Venezuela’daki seçim krizi, mücadeleci kesimlerde bir kez daha birçok soruyu gündeme getiriyor: Venezuela’da neler oluyor? Maduro hükümeti, Venezuela’nın petrolünü ABD’ye karşı savunan sol ve antiemperyalist bir hükümet mi? Maduro, çokuluslu petrol şirketlerini karşısına mı alıyor? Maduro’yu savunmalı ve seçim sahtekârlığını kınamamalı mıyız? Sosyalist Troçkist akımımız başka bir görüşe sahip.
Devrimci sosyalistler olarak, dünyanın antiemperyalist ve sosyalist öncülerine Nicolas Maduro hükümetinin gerçek karakterini ve Chavizmin ne anlama geldiğini bir kez daha açıklamak istiyoruz. Venezuela’da sol bir hükümet olduğu iddiası yanlıştır. Chavez 1 Mayıs 2005’te “21. Yüzyıl Sosyalizmi”ni benimsediğini söylerken yalan söylemiştir. Gerçekler açıkça göstermektedir ki Chavizm hiçbir zaman kapitalizmden kopmamış, çokuluslu petrol şirketleriyle anlaşmalar yapmayı da bırakmamıştır.
Dünya solu, Peronizm ve hatta kendilerini Troçkist olarak adlandıran bazı kesimler Maduro, Lula, Petro ya da Boric konusunda, patronların sınıf işbirlikçi hükümetlerine teslimiyetlerini meşrulaştırmak için gerçekliği çarpıttılar.
Örneğin Brezilya’da Lula hükümetinin destekçileri olan “Direniş” akımının ve PSOL’un lideri Valerio Arcary’nin ne dediğine bakalım. Arcary Troçkist olduğunu iddia ediyor. Ona göre: “Seçim sonucunun analizi naif bir değerlendirmeye indirgenemez (…) Söz konusu olan Venezuela’nın ABD’nin yarısömürgesi olarak yeniden düzenlenmesi, PDVSA’nın (Venezuela devlet petrol ve doğalgaz şirketi) özelleştirilmesi ve en büyük petrol rezervlerinin büyük petrol şirketlerine teslim edilmesidir (…) “Maduro hükümeti, sosyal reformlarla milliyetçi bir devlet kapitalizmi düzenleme projesini üstlendi”. (1 Ağustos, Jacobin Dergisi)
Başka bir deyişle, Arcary için seçimde hile olup olmadığı (“naif bir düşünceye” sahip olmamak) ve polisin bu yüzden 20 kişiyi öldürüp kitlesel hapis cezası verip vermediği ikincildir. Daha ziyade, “savaşın” odak noktası petrolün kontrolüdür. Arcary’ye göre Maduro düşerse, “en büyük petrol rezervleri büyük petrol şirketlerine” (çokuluslu şirketlere) devredilecek. Küresel reformizm ve Castroculuğun büyük bir kısmı tarafından yayılan mesaj bu tür bir mesajdır.
Milyonlarca kişide çok fazla kafa karışıklığı ve şüphe olması anlaşılır. Corina Machado’nun muhalefeti sağcı liberal ve Amerikan yanlısı olunca bu durum daha da pekişiyor. Ancak ortada koca bir yalan var.
Chevron ve çokuluslu petrol şirketleri yıllardır Venezuela’da, Chavizm ile el ele
Elbette Maria Corina Machado liderliğindeki Amerikan yanlısı sağ kanat daha fazla petrol istiyor. Ancak temelde petrol işinde aracı olmak, Chavizmi ve onun yozlaşmış mafyalarını yerinden etmek istiyorlar. Bu bir mafyayı diğeriyle değiştirmekten başka bir şey değil.
Çünkü Maduro hükümeti giderse “büyük petrol şirketlerinin” geleceği koca bir yalan. Hayır! Çokuluslu petrol şirketleri zaten uzun süredir Venezuela’da. Chávez 2007’den itibaren çokuluslu şirketlerin PDVSA’da karma şirket statüsünde yer almasını kanunen onaylamıştı.
Anlaşmaları imzalayan ilk şirketler arasında ABD’li Chevron, İspanyol Repsol, İngiliz Shell, Fransız Total, Çin Ulusal Petrol ve Brezilyalı Petrobras vardı. Exxon Mobil, karma şirket statüsünü kabul etmeyen ve geri çekilen tek şirket oldu. Daha sonra Japon Mitsubishi ve Rus Lukoil, Gazprom ve Rosneft de katıldı.
Bu politikaya muhalefet edenler yalnızca, Sosyalizm ve Özgürlük Partisi (PSL) ve Birleşik Devrimci ve Özerk Sınıf Akımı’nın (C-Cura) sosyalist liderleri ve aynı zamanda petrol işçileri olan Orlando Chirino ve Jose Bodas’tı. İlk andan itibaren slogan “Karma şirketlere son! PDVSA, işçilerin ortak yönetimi altında yüzde 100 devlete ait olmalıdır” şeklindeydi.
Venezuela petrolünün çokuluslu şirketlere teslimi, 2010 yılında bizzat Chávez’in dünyanın en büyük petrol rezervine sahip bölge olarak kabul edilen Orinoco Kuşağı’ndaki birkaç bloğun devrini imzalamasıyla yeni bir ivme kazandı.
2010’un ilk aylarında dönemin Enerji ve Petrol Bakanı Rafael Ramirez, ABD’li petrol şirketi Chevron ve Japon Mitsubishi Corporation ve Inpex Corporation’dan oluşan konsorsiyum ile Venezuela’dan Suelopetrol’ün 2 Güney, 3 Kuzey ve 5 numaralı bloklardan oluşan Carabobo 3 projesinde PDVSA’nın ortakları olacağını açıkladı. Carabobo 1 projesi Repsol, Hindistan Petrol Şirketi ONGC Videsh Limited ve Malezyalı Petronas’ın oluşturduğu konsorsiyuma devredildi. Bu saha 1 Merkez ve 1 Kuzey bölgelerinden oluşmakta. Çokuluslu şirketlere devredilen bloklar günde 400.000 ila 480.000 varil petrol üretiyordu.
Hugo Chavez daha sonra kapitalist şirketleri sadece petrolü işletmeye değil aynı zamanda “ülkenin kalkınmasına” da katılmaya çağırdı ve Venezuela kapitalist ekonomisine gösterdikleri “güven” için patronları kutladı [veriler ve alıntılar için bkz. Simon Rodriguez Porras ve Miguel Sorans tarafından yazılan ¿Por que fracaso el chavismo? (Chavizm Neden Başarısız Oldu?), sayfa 135 ve 136].
Bu anlaşma aynı zamanda diğer çokuluslu şirketler (Nestlé, Coca Cola, DHL, Movistar, Citibank ve diğerleri) ve Venezuela’nın büyük patronlarıyla da yapılmış ve devletle iş yapan, çoğu Silahlı Kuvvetlerle bağlantılı şirketlerin ortaya çıkmasını teşvik ederek “boliburjuvazi” olarak bilinen yeni bir burjuva sektörü yaratmıştır. Ordu tarafından yönetilen yaklaşık 15 şirket olduğu tahmin edilmekte. Bu da ordunun neden hâlâ rejimin belkemiği olduğunu açıklıyor. Tüm bunlar, işçiler ile bağımsız sol örgütlere yönelik saldırılardan ve düşük ücretlerden oluşan işçi düşmanı bir politika çerçevesinde gerçekleşmekte.
Arcady’nin “Maduro hükümeti, sosyal reformlarla milliyetçi bir devlet kapitalizmi düzenleme projesini üstlendi” iddiası, gerçeğin tam tersidir. Daha Chávez döneminde, çokuluslu şirketlerin elde ettiği kârlar, yeni burjuvazinin ve eski patronlar grubunun (Cisneros Grubu veya Polar Grubu gibi) yolsuzluk ve sömürüsüyle halkın çektiği sıkıntılar başlamıştı. Venezuela’yı ekonomik ve sosyal çöküşe götüren bu politikaydı.
Çokuluslu şirketler Venezuela’dan asla ayrılmadı
ABD’nin son yıllarda petrol sektörüne uyguladığı yaptırımlara rağmen, çokuluslu şirketler hiçbir zaman Venezuela’dan ayrılmadı. Sadece kısmi geri çekilmeler oldu. Bu bağlamda en önemli şey Chevron’un lisansının Kasım 2022’de onaylanması ve ABD’ye günde 200.000 varil petrol göndermeye başlamasıdır.
Bir yıl sonra, Kasım 2023’te İspanyol El País gazetesi, ABD’nin Venezuela’ya yönelik ekonomik yaptırımların birçoğunu kaldırdığını açıklamasının ardından yeni petrol yatırımlarına ilişkin bir haber yaptı: “Venezuela ile bir süredir gaz projeleri üzerinde çalışan Repsol ve Eni’nin (İtalya) yanı sıra Fransız Maurel & Prom şirketi de Maracaibo Gölü’ndeki faaliyetlerine yeniden başladığını duyurdu. China Petroleum ve Indian Oil şirketleri Miraflores [ed.n. Venezuela Devlet Başkanının resmi konutu] ile zaten çalışıyor (…) Mitsubishi, Metanol de Oriente Metor’un petrokimya projesini devralmak istiyor. Caracas, Kolombiyalı Ecopetrol ile ortak petrol ve gaz projelerini onayladı. Petrobras ve Hindistan’ın Reliance’ından da bahsediliyor.” (El Pais, 27 Kasım 2023).
Aynı şekilde, 2024 yılının Haziran ayında, sözde ablukanın var olmadığını gösteren bir adım olarak, Maduro’nun kontrolündeki Ulusal Meclis (Parlamento), Chevron’un %34 paya sahip olduğu Venezuela’nın Petroindependencia adlı karma petrol şirketine 2050 yılına kadar faaliyet gösterebilmesi için 15 yıllık bir uzatma yetkisi verdi (Periódico Energía, 18/07/2024 verilerine göre).
Siyasi kriz nedeniyle Maduro, ABD’nin baskıya devam etmesi halinde Kuzey Amerikalı petrol şirketlerinin lisanslarını BRIC ülkelerine vereceğini duyurdu. Bu iki şeyi gösteriyor: birincisi, Amerikan petrol şirketleriyle bir anlaşma yapıldığının teyidi, ikincisi ise Maduro’nun bu imtiyazları kamulaştırmakla değil, zaten yıllardır Venezuela’da bulunan Brezilya, Hindistan, Rusya ve Çin’in çokuluslu petrol şirketlerine devretmekle tehdit etmesi.
Mevcut durum daha net ifade edilemezdi. Maduro hükümetinin ne sosyalist ne de anti-emperyalist bir yanı var. Söz konusu olan, petrol dağıtımına ve emekçi halkın sömürülmesine devam etmek için sözde antiemperyalist bir söyleme sahip olan kapitalist bir diktatörlüktür. PSL ve İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal (İUB-DE) olarak, Maduro’nun diktatörlüğünü, seçim sahtekârlığını ve baskı politikalarını sona erdirmek için mücadelemizi sürdürüyor ve ABD yanlısı sağcı muhalefeti bir alternatif olarak reddediyoruz. İşçi demokrasisi temelinde gerçek sosyalizme giden yolu başlatacak bir emekçi iktidarına ulaşmak için mücadele ediyoruz.
İUB-DE’nin Arjantin seksiyonu Sosyalist Sol’un (IS) önderlerinden Miguel Sorans
5 Ağustos 2024